Puslu Kıtalar Atlası
Bünyamin kafasındaki sorularla uğraşa dursun Konstantiniye’ye gözleri oyulup kulakları ve burnu kesilmiş bir adamın gemilere nasıl kılavuzluk ettiği, görmediği halde yıldız ve gezegenlerin yerlerini nasıl bulabildiği gibi bir hayret verici bir söylentiyle çalkalanmaktadır. Bahsedilen kaşif Uzun İhsan Efendiden başkası değildir. Uzun İhsan Efendinin bulunduğu gemi sonunda Konstantiniye’ye dönmüştür. Uzun İhsan Efendi gemiden inip bir meyhaneye gider. Buradakilere, kendisi düşündüğü için onların varolduğunu dünya ve içindeki her şeyin kendi zihnindeki kurgulardan ibaret olduğunu anlatmaya çalışınca meyhanedekilerin alay konusu olur. Meyhanedekilerden biri konuya uygun bir hikaye anlatmaya başladığı sıra Uzun İhsan Efendi meyhaneden ayrılır. Tersane yakınlarındaki gemi enkazına gidip Efrasiyab ve yiğitlerinden geride kalan izleri inceler. Efrasiyab, yani Alibaz ise o sıra kabul etmediği orduyu humayun-u yarım gün geriden takip ederek altı haftadır kuzeye doğru ilerlemektedir. Fethedilecek kaleye ulaştıklarında Alibaz kaleye ilk gireceklerden olmak istemektedir. Ancak kuşatma başlayıp koca bir güllenin büyük bir gürültüyle duvara çarptığını gören çocuk birden bire Efrasiyab değil, şu uyku tutmayan Alibaz olduğunu hatırlar. Ağlayarak kaçmaya başlar. Sonunda güllelerle açılan bir delikten kaleye girer. İçerisi dışardan farklı olarak fazlasıyla sessizdir. Belli belirsiz bir ilahi yankılanmaktadır duvarlarda. Alibaz sesin geldiği sese yönelir. Karalar giymiş sayısı adam elleri zincirli çıplak birini yerde devrilmiş olan iki yarım küreye doğru itmektedirler. Kara giysilerden birkaçı zar zor bu dev yarım küreleri birleştirip tulumbalarla içindeki havayı boşaltırlar ve ortaya bir hava çıkar. Kürenin ortasındaki musluğa çıplak adamın karnını yerleştirirler ve kasvetli ilahiler eşliğinde musluğu açarlar. Aynı anda adam acıyla bağırır ve yarım küreler birbirinden ayrılır. Yarım kürelerden her birinin içi kan ve et parçalarıyla doludur. Alibaz orada olanları görünce yeniden ağlamaya başlar. Kara giysililerden birkaçı onu kolundan tutup bir odaya götürürler ve orada içine zehir kattıkları bir bardak suyu Alibaz’a sunarlar. Bunu bir dostluk gösterisi sanan Alibaz suyu içer ve dışarı salınıverir. Hayatı boyunca bir dakika olsun uyumamış olan bu çocuk bir süre sonra esnemeye başlar ve kendisine uyuyacak bir yer arar. Sonunda bir ağacın tepesindeki leylek yuvasına kıvrılıp yatar.
Bünyamin ise teşkilatta sıkıntıdan oradaki tuhaf aletleri kurcalamaya başlamıştır. Bira dinleme aleti bulur ve onu yanına alır. Amacı Ebrehe hakkında bilgi toplamaktır. Bir gece hemen yan odada kalan Ebrehe’nin konuştuklarını öğrenmek için aleti kullanmaya karar verir. Ebrehe tuhaf bir masal anlatmaktadır. Masal cahil bir adamın gözlerini kapadığında gördüğü karanlığın ne olduğunu merak etmesiyle başlamaktadır. Akıl danıştığı bir bilgenin söylediğine göre dünya hiçlikten yani boşluktan yaratılmıştır. Bu boşluktan artan parça ikiye bölünmüş ve bir kısmı insanoğluna verilmiştir. Adamın gözlerini kapadığında gördüğü karanlık, boşluktan oluşmuş bir levhadır. Boşluğun diğer yarısı ise düşmanını kıskanan Sabahın Oğlu’na verilmiştir. Sabahın Oğlu, bu boşluktan bir para yaptırmış ve üstüne kendi tuğrasını bastırmıştır. Sonra da onun dünyada ne var ne yoksa hepsini satın almasını beklemeye başlamıştır. Uykudan kulakları tıkanan Bünyamin masalın sonunu dinleyemez. Ancak birden aklına Sabahın Oğlu ile ilgili bir söz gelir ve ayağa kalkar. Bir kavanoz dolusu demir tozunu bir kağıda yayar ve uğursuz parayı kağıdın altına yerleştirir. Demir tozları birbirine yapışıp mıknatısiyet çizgilerini ortaya çıkarırlar. Civa buharından sersemleyen Bünyamin bu çizgileri harf şeklinde görür ve iblis aleyhillenetuğrasını seçer.
Öğleye doğru uyanan Bünyamin teşkilata birkaç nöbetçi hariç kimsenin olmadığını görür. Yılın yedinci dolunayı o gece çıkacak Kehanet Aynası doğruysa Mehdi şu saatler Konstrantiniye’ye gelecektir. Gece yarısı Ebrehe ve adamları yanlarında Mehdi’nin tanımına uyan bir adamla teşkilata gelirler. Adamı Bünyamin’in adamıyla ortak bir duvarı olan bir hücreye götürürler. Bünyamin odasına dönüp dinleme aletini hücre duvarına dayar. İçerde Ebrehe, Zülfiyar’a dışarıda biriken dilencilerin ne istediğini öğrenmesini söylemektedir. Ayrıca Mehdi olduğunu düşündüğü bu adamın sorgusunu tek başına yapmak istemektedir. Adama işkence edilmesi için Hattakay isimli ünlü bir işkence ustası getirilmiştir. Adam ise korkudan ağlamaya başlamıştır. Ebrehe’ye kendisinin sandığı kişi olmadığını anlatmaya çalışmaktadır. Söylendiğine göre, o bir Nemçe casusudur. İsmi Franz’dır. Ülkesinde Mehdi’nin tanımına uyan kadın ve erkekler toplanıp bir manastıra kapatılmış ve çiftleştirilmişlerdir. Kendisi onların tanımlarından biridir. Kehanet Aynası da yıllar önce Avrupa’nın usta saatçisine, bu kişiler tarafından yaptırılmıştır. Mükemmel bir düzene sahip bu ayna padişaha kıyameti haber verecektir. Aynanın söylediklerinin bir bir gerçekleşmesi zaten planlanmış bir şeydir. Bu durumda bütün kehanetler doğru çıkınca sonuncusu olan Mehdi’nin gelişine inanmak kaçınılmazdır. Mehdi gelince padişah ona tahtını teslim edecek ve böylece ülkenin yönetimi ellerine geçecektir.
Ebrehe adamın sözlerini dinlemiş ancak tek kelimesine bile inanmamıştır. Bu sırada işkence için hazırlık yapan Hattakay sanılan kişinin yüzündeki balmumu eriyince Ebrehe onun Hınzıryedi olduğunu anlar ve olaylar iyice karışır. Loncadaki dilenciler teşkilatı yağmalamaya gelmişlerdir ve istediklerini elde ederler. Ebrehe Hınzıryedi tarafından yakalanır. Bu sırada yalnız kalan Nemçe casusu korkudan ödü patlayarak ölür. Ebrehe’nin son isteği Bünyamin ile yalnız konuşmaktır. Hınzıryedi onu kırmaz. Ebrehe başından beri Bünyamain’in aradığı kişi olduğunu ve kara paranın onda olduğunu bildiğini, ona karşı farklı bir şeyler hissettiğini söyler. Bünyamin’den o parayı kendisi ölünce ağzına koyup, çenesini öyle bağlamasını buyurur. Daha sonra Hınzıryedi, Ebrehe’yi öldürür ve Bünyamin’i de yanına alarak lonca binasına döner.Ebrehe’nin cesedini yıkama görevi Bünyamin’e verildiğinden Ebrehe’nin son isteği gerçekleşir. Bu sırada loncada ziyafet hazırlığı yapılmaktadır. Ceset gömülüp ziyafet hazırlığı tamamlanmak üzereyken lonca kapısında Dertli görülür. Dertli’yi kovmaya çalışırken elinde pistolü olduğunu fark eden dilenciler koşuşmaya başlarlar. Dertli ise Hınzıryedi’yi gözüne kestirmiştir. Hınzıryedi kaçamayacağını anlayınca Dertli’ye yalvarmaya başlar. Fakat Dertli ona aldırmadan Bünyamin’e dönüp kendisine yapılan iyilikleri unutmadığını söyler ve ona çıkış yolunu gösterir. Bünyamin oradan kaçtıktan sonra binaya yıldırım düşer ve bina alevler içinde kalır.
Bünyamin lonca yakınlarında bir hana gider. Gece yarısı avluya indiğinde uyuyan han bekçisini izleyen bir adamla karşılaşır. Bu adam düş görmeyi çok seven bir tüccardır. Yıllar önce bir gece rüyasında bir evin penceresinden, içerde uyuyan bir adamla onun yanı başında oturan ve elindeki deftere bir şeyler not eden uzun boylu çekik gözlü bir adam görür. Uzun boylu adamın birdenbire kafasını çevirip tüccarla göz göze gelmesiyle rüyası son bulur. Ertesi gece rüyanın devamını görebilmek umuduyla yatan tüccar düşünde yine o aynı pencerenin önünde bulur kendini. Uzun boylu adam yine arkasını dönüp tüccarı görür ve bu sefer yerinden doğrulup tüccarın yüzüne perdeyi kapatır. Düşü böylece kesilen tüccar üçüncü geceyi iple çeker ve yine rüyasında kendisini aynı yerde bulur. Perde kapalıdır. İçeriyi görmek için perdeyi aralayınca uzun boylu adamla karşılaşır ve olup bitenleri öğrenmek istediğini belirtir. Uyuyan adamı uyandırmamak için fısıltıyla konuşan uzun boylu adam diğerinin rüyasında insanları ve onların yaşadığı dünyayı gördüğünü söyler. Tüccar bir daha onları rahatsız etmesin diye ona ömrünün sonuna kadar uyuyamayacağını söyler. Böylece düşü sona eren tüccar ertesi geceyi iple çeker ama bir türlü uyuyamaz. Uyumak için çeşitli yollar denediyse de, nafile asla uyuyamamaktadır.
Sonunda bir sihirbazın tavsiyesiyle kendini yollara vurur. Bu sihirbazın söylediğine göre bu dünyada bir yerde çok uzun senelerdir uyuyan birisi vardır. Eğer tüccar onu bulup uyandırabilirse kendisi artık uyuyabilecektir. Tüccar yıllarca bu uyuyan adamı arar fakat bir türlü bulamaz. Bir gün yolu Konstaniniye düştüğünde kaldığı hanın bekçisinin avluda nasıl horul horul uyuduğunu görür ve inerek onu seyreder. Daha sonra oradan ayrıldığında da bekçi aklından çıkmaz. Böylece yılda iki kez Konstantiniye’ye uğramaya başlar.Bekçinin uyanacağı günü bekler umutla. O gün, yani Bünyamin ile karşılaştığı günde yine bekçiyi izlemektedir. Bünyamin ile, bekçiyi izleyerek biraz sohbet ettikten sonra bekçide bir kıpırdanma farkeder. Bekçi uyur gibi dalmaya başladığı sırda tüccarda uyku belirtileri başlar. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen tüccar hemen odasına çıkar. Avluda bekçiyle yalnız kalan Bünyamin birden babasının atlasını hatırlar.
ISBN : 975-4704-72-4
Sayfa Sayısı : 238
Basım Yeri : İstanbul
Basım Tarihi : Ocak 1995
Yayınevi : İletişim Yayınları
İhsan Oktay Anar
1960 doğumlu. Lisans, master ve doktora eğitimini Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde yaptı. Halen aynı okulda öğretim üyesi. Yayımlanmış üç kitabı var: Puslu Kıtalar Atlası (1995), Kitab-ül Hiyel (1996), Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri (1998).